Blogger tarafından desteklenmektedir.

Pehlivanlar şehri Razgrad

Razgrad resmî olarak % 27 ile Kırcaali'den sonra en yüksek Türk nüfus oranına sahip Bulgaristan'ın bir şehridir. 


Razgrad (Bulgarca: Разград), kuzeydoğu Bulgaristan'da, Deliorman olarak bilinen Türk bölgesinde bir şehirdir. Tuna Nehri'nin 80 kilometre güneyinde yer alır. Tarihindeki güreşçiler sebebiyle "Pehlivanlar Şehri" olarak bilinir.

Şehrin en ünlü binaları, 19. yüzyılda yapılan Varosha mimarî kompleksi, etnografya müzesi, 1864'te yapılan Tanzimat Dönemi'nin karakteristiği saat kulesi, 1860'da yapılan Aziz Nikolas Kilisesi ve İbrahim Paşa Camii'dir. Cami 1530'da yapılmış olup, İstanbul hariç, Avrupa'nın en büyük camiisidir. Cami, sosyalist dönemin başlangıcı olan 1944'ten beri yıkılmaya terk edilmiştir.
Traklar'ın, Roma ve Bizans medeniyetlerinin, Bulgar Devletleri'nin ve Osmanlı hâkimiyetinin izlerini taşıyan Razgrad, Deliorman'ın başkenti kabul edilir. Farklı tarih dönemlerine ait yaklaşık 1.200 taşınmaz kültür anıtıyla Razgrad, tarihî açıdan oldukça zengindir.

Razgrad'ın kuruluş yılı tarihçiler tarafından kesin olarak tespit edilemese de, eski çağlardan beri yerleşim yeri olarak kullanıldığı kesindir. Burada M.Ö. 12.000 yıllarından kalıntılar bulunmaktadır. Bunların arasında Mumcular (Sveştari)'daki Trak mezarlığı, Kalaycıköy (Radingrad)'deki Nekropol, Roma eski Trak köyü üzerine inşaa edilen Abritus kasabası, İbrahim Paşa Camii, Roma dönemine ait ve 835 altın paradan oluşanBulgaristan
'da bulunmuş en büyük hazine yer alıyor.

Razgrad, edebiyat alanında büyük geleneğe sahiptir. Ahmet Şerif, Sabri Tata, Muharrem Tahsin, Şaban Mahmut, İsmail Çavuş, Ali Pir gibi isimler, Razgrad ilinin muhtelif köylerinde doğup yetişmiş edebiyatçılardır.
Razgrad Osmanlı İmparatorluğu döneminden beri pehlivanlarıyla tanınan bir bölgede bulunur. Bu güreşçiler arasında Koca Yusuf, Ahmet Kara, Kurtdereli Mehmet Pehlivan, Lütfi Ahmedov, Osman Durali ve Karagöz Köylü Hüseyin Pehlivan'ı sayabiliriz. Ülkemize birçok madalya getiren halterci Taner Sağır da Razgradlı'dır.
Kentin PFK Ludogorets Razgrad (Лудогорец, Türkçe Deliormanlı mânâsına gelir) isimli bir futbol kulübü vardır. 2011-2012 sezonunda A PFG (Bulgaristan Süper Ligi) Ligine yükselmiştir. Tarihinde ilk defa yükseldiği A PFG liginde Şampiyon olmuş ve aynı zamanda Bulgaristan kupasını alarak 2 kupayla tarihi bir başarı elde etmiştir. 2012-2013 Şampiyonlar Ligi 2. ön eleme turunda Hırvatistan'ın Dinamo Zagreb takımına 2. maçın 90+6. dakikasında yediği gol ile elenmiştir. PFK Ludogorets Razgrad halen A PFG liginde mücadele etmektedir.


Torlak köyü Türk heveskâr korosu, 1957 senesinde Hırsovo köyünde Türkçe şarkı söylüyor. Koro şefi öğretmen Hüseyin Cirko.

DÜNYABÜLTENI

Bir Osmanlı şehri: Filibe

Bulgaristan'ın ikinci büyük şehri olan Filibe, Osmanlı'dan kalan yapıları ile Roma ve Bizans kalıntılarıyla ülkenin kültür sanat başkenti... 

Bulgaristan'ın zengin tarihinin önemli bir tanığı olan Filibe, ülkenin kültür başkenti. 7 asırlık geçmişe sahip olan şehir, Osmanlı döneminde de Doğu Rumeli'nin merkeziydi.

Sofya'ya 120 kilometre uzaklıkta, 700 bine yakın nüfusuyla Bulgaristan'ın 2. büyük şehri olan Filibe, Roma, Bizans ve Osmanlı kültürünün bir arada görülebildiği, modern yapılarla tarihî dokuyu iç içe muhafaza eden bir şehir. Bugün hâlâ şehirdeki Türkler için ismi Filibe olan şehrin resmî adı ise Plovdiv olarak geçiyor.

1390'da Osmanlı topraklarına katılan ve bu dönemde tam bir Türk şehri karakterine bürünen Filibe'de sayısız Osmanlı eseri bulunuyor. 15. yüzyılın ilk yarısında, Anadolu'dan getirilen Türk ailelerin kente yerleşmesi ile Filibe, Rumeli Beylerbeyi'nin merkezi olmuştu. Bu dönemde çok sayıda Osmanlı eserinin inşa edildiği Filibe'yi Seyahatnamesi'nde Evliya Çelebi şu sözlerle anlatır:

"Şehir 9 adet kayalık tepe üzerine ve dereler arasına kurulmuş. Filibe'de 17. yüzyılda 53 cami, 70 okul, 9 medrese, 7 darül-kurra, 11 tekke, 8 hamam, 9 han ve sayısız kervansaray var idi."

FİLİBE, BULGARİSTAN'IN KÜLTÜR BAŞKENTİ

Geçmişin ruhunu bugünle uyum içinde geleceğe taşıyan Filibe, müzeleri, konser salonları ve tiyatro binaları ile bugün Bulgaristan'ın "kültür ve sanat başkenti" olarak anılıyor.

Bulgaristan'ın ulusal öneme sahip 100 turistik yeri listesinde de kendisine yer bulan Filibe, her yıl binlerce turist tarafından ziyaret ediliyor. Geniş yeşil alanları, her iki tarafı kafelerle çevrili caddeleri ve neo-barok tarzı yapıları ile şehir, farklı kültürleri bir arada yaşatıyor. Balkanların gözdesi, tarihi ve mimarisi ile ünlü şehri Filibe, camileri ve yaşayan kültürel miraslarıyla canlılığını koruyor. Şehrin ana meydanını süsleyen ve ayakta kalan önemli mimari eserlerin başında gelen Cuma Camii 500 yıldır Müslümanlara secde mahalli olmaya devam ediyor. Şehir merkezinde bulunan Murat Hüdâvendigâr Camii, halk arasında Cuma camii olarak biliniyor ve çevresindeki meydan da aynı adı taşıyor.

Osmanlı padişahı 1. Murat Hüdâvendigâr zamanında inşa edilen eser, Balkanlar'daki en önemli ve en büyük Osmanlı camilerinden biri. İçerisinde han, hamam ve bedestenin bulunduğu bir külliye olarak inşa edilen ve Muradiye, Hüdavendigar ve Ulu isimleriyle de anılan Cuma camii, Türk ve erken Osmanlı dönemi çok kubbeli camileri arasında yer alıyor.

Şehrin simgelerinden olan cami, kültür bakanlığı ve İstanbul Büyükşehir Belediye başkanlığının desteğiyle restore edildi ve 2008'de yeniden ibadete açıldı. Cami kalem işi tekniğinde yapılmış hat yazıları ile süslü. Yapının en önemli özelliklerinden biri de 18. ve 19. yüzyıla ait çinilerinin orijinal şekilde günümüze kadar ulaşmış olmasıdır.

Şehrin simgelerinden olan Cuma Camii, Ramazan ayında tarihî şehre gelen turistlerin uğrak yerlerinden biri oldu.

TEPELER ŞEHRİ FİLİBE

Osmanlı evleri, Bizans döneminden kalan eserleri ve doğal güzelliği ile tarih ve doğa meraklıları için eşsiz bir şehir olan ve farklı kültürleri buluşturan Filibe, aynı zamanda tepeler şehri olarak da biliniyor. Şehir gezisinden sonra kenti bir de kuşbakışı seyretmek isteyenlerin uğrağı olan tepeler hâlâ Türkçe isimler taşıyor. Saat Tepesi adını üzerindeki saat kulesinden alıyor. Kuleyi 17. yüzyılda Filibe'ye gelen Evliya Çelebi; "Şehrin içinde bir tepe var, bu tepenin adı saat tepe. Minare gibi yüksek kulesinde bir saat bulunmakta. Bu saat öğlede iki kere çalıyor. Kule görmeye değer" sözleri ile anlatıyor. Roma döneminde gözetleme noktası olarak kullanılan Nöbet tepesi, su dağıtımının yapıldığı Taksim tepesi, şenliklerde sert kayalar üzerinde cambazların gösteri yaptığı Canbaz tepesi, şehri simgeleyen tepeler. Tepeler üzerinde yükselen Filibe'de tarihi bugüne taşıyan yer ise Eski Şehir.

Bugün sit alanı olan semt, Türk ve Bulgar mimarisinden taşıdığı izlerin yanı sıra koruma altındaki geleneksel evleri ile de biliniyor. Her gün binlerce turistin ziyaret ettiği Eski Şehir, Filibenin adeta tarih bekçisi. Safranbolu evlerini hatırlatan eski Osmanlı evleriyle, dar kaldırım sokaklarıyla UNESCO kültür mirası listesine alınan Eski Şehir turistlerin ilgi odağı. Bulgar uyanış devrinden kalma evler olarak adlandırılan yapılar, sade ancak göz alıcı işçiliği ile dikkat çekiyor.

Güneş ışığını alacak şekilde yerleştirilen pencereleri ve ahşap tavanlı yapıları ile Filibe evleri oymacılık sanatının da en güzel örneklerini barındırmakta. Osmanlı mimarisini yaşatan bu evlerin bazılarında hala hayat sürenler bulunurken, restore edilen yaklaşık 150 evin çoğu müze, galeri, atölye ya da restoran olarak kullanılıyor.

ESKİ ŞEHİR TARİHE AÇILAN BİR KAPI

Osmanlı döneminde en parlak yıllarını yaşayan Filibe'de, kentin zengin tüccarları Türkiye ve Arap ülkeleriyle ticaret yapar ve kentlerinin kalkınmasını sağlarmış. 19. asırdan Argir Kuyumcuoğlu'nun evi bugün etnografya müzesi olarak ziyaretçilere açılmış durumda. Ahşap sanatının inceliklerini yansıtan, 570 metre kare üzerine kurulu, 4 katlı, 12 oda ve 130 pencereden oluşan barok mimari ürünü bina 1917'de müzeye dönüştürülmüş. Asırlık ağaçların bulunduğu bahçesi ve çevre düzenlemesiyle Filibe Evleri'nin seçkin örneklerinden olan etnografya müzesi binası, mimarisi ve içeriğiyle Eski Şehir'in kültür hazineleri arasında yer alıyor.

Eski Şehir'in sokaklarında tarihi bir kaleye ya da kalenin duvarları arasında tarihe açılan bır kapıya rastlamak mümkün. Bir zamanlar kale kapısı olarak kullanılan Hisarkapı bunlardan biri. 8 metre yüksekliğinde, 2,5 metre kalınlığında büyük taşlardan inşa edilen kale, şehrin korunması için yapılmış. Tarihi antik çağa kadar uzanan, Bizans ve Osmanlı hâkimiyetlerine şahitlik eden kalesi Hisarkapı, bugün hâlâ şehrin merkezindeki görkemini koruyor.

Osmanlı'nın Bulgar topraklarından çekildikten sonra ardında bıraktığı mimari ve tarihi eserlerin çoğu şekil değiştirse de, işlevini sürdürmeye devam ediyor. Osmanlı döneminden kalan Sarı Mektep de bunlardan biri. Halkının sosyal ve eğitim ihtiyaçlarına oldukça önem gösteren Osmanlı yönetimi dönemin ibadethane ve dini yapılarının yanında, mektep adı verilen okullar inşa ettirdi.

19. asırda Rumeli Beylerbeyi tarafından yaptırılan Sarı Mektep üzerindeki sarı boyadan dolayı Sarı Okul adıyla anılıyor. Günümüzde konservatuar olarak kullanılan Sarı Mektep, müzik, dans ve resim derslerinin yapıldığı bir sanat okulu. Sarı Mektep, inşa edildiği dönemin tarihî ve kültürel mimarisinden izler de taşıyor.


Kuzey Haber Ajansi

Bulgaristan’da Azınlık Sorunu ve HÖH

Selvet Çetin
Stratejik Düşünce Enstitüsü
31.01.2013

Türk azınlık toplumu üyelerinin ağırlıkta olduğu Bulgaristan’daki Hak ve Özgürlükler Hareketi’nin (HÖH) 19 Ocak 2013 tarihinde yapılan 8. Olağan Genel Kurulunda Parti Lideri Ahmet Doğan’ın silahlı saldırıya uğraması, bu ülkedeki siyasi durumun yeniden gündeme taşınmasına yol açtı. Doğan’ın saldırıdan yara almadan kurtulması ne kadar önemli ise olayın faili olarak yakalanan Türk kökenli Oktay Enimehmedov’un kim ya da kimler tarafından yönlendirildiğinin ortaya çıkarılması da bir o kadar önemlidir. Sanığın eylemini HÖH liderini öldürmek için değil, “dokunulmaz olmadığını göstermek” için gerçekleştirdiğini ifade etmesi uzun süredir Türk azınlık siyasetinde yaşanan çatallaşma tartışmasını daha da alevlendirmiş oldu.

Hak ve Özgürlükler Hareketi’nin Bulgar Siyasetindeki Konumu
1984 yılında Todor Jivkov'un totaliter rejimi tarafından başlatılan etnik temizlik siyasetinin bir sonucu olarak 350 binden fazla Türk, Bulgaristan’daki topraklarını ve mülklerini geride bırakarak Türkiye’ye sığındı.1989 yılına kadar devam eden bu politika kapsamında zorla Bulgarlaştırma uygulamaları sonucu, kişi isimleriyle birlikte yer isimleri de değiştirildi. Asimilasyona direnenler ise “Belene” adı verilen işkence ve ölüm kampında insanlık dışı eylemlere maruz kaldı. Yaşanan trajediden sonra Bulgaristan’daki Müslüman Türk azınlığın haklarını savunmak amacıyla 22 Aralık 1989’da kurulan Ahmet Doğan liderliğindeki HÖH, 1990’da yapılan Parlamento Seçimleri’nde 23 milletvekilli çıkararak üçüncü parti oldu.
Bulgar siyasetinde uzun süre anahtar parti konumundaki yerini koruyan HÖH, 2001-2009 döneminde iktidar ortağı olarak ciddi bir seçmen desteği elde etti. Bu süreçte Müslüman azınlığın beklentilerini karşılamada yetersiz kalan HÖH içerisinde Ahmet Doğan’ın tek adamlığına ve partideki tek sesliğe karşı yoğun eleştiriler yapıldı. İktidar ortağı olduğu dönemde HÖH yönetiminin Türk azınlığın haklarını yeterince koruyamadığı, eski rejim döneminde kilit görevleri olan kişilerin partide hala söz sahibi olduğu ve Türk yerleşimlerinin bulunduğu bölgelerdeki ekonomik sefaletin önlenmesi için hiçbir şeyin yapılmadığı gibi birçok olumsuzluktan söz edildi.
Aşırı milliyetçi Ataka Partisinin güçlenmesiyle birlikte Müslüman azınlığa yönelik artan baskı politikasına karşı HÖH etkili bir mücadele ortaya koyamadı. Nihayet Temmuz 2009’daki son seçimlerle birlikte muhalefete gerileyen HÖH, çok sesli bir yapıya dönüşmek için gerekli adımları atmada isteksiz davranınca kurucularından Kasım Dal istifa etti ve HÖH’ten ihraç edilen Korman İsmailov ile birlikte Hürriyet ve Şeref Halk Partisini kurdu. Ahmet Doğan’a yönelik suikast girişiminin, Bulgaristan’daki Türk azınlık toplumunun siyasi temsil arayışlarının yoğunlaştığı dönemde gerçekleşmesi ise çeşitli spekülasyonları beraberinde getirdi.
Çözülme ya da Bütünleşme
Yaklaşık 23 yıllık siyasi tecrübeye sahip olan Bulgaristan Türklerinin kendi içlerinde yaşadığı sorunların gerisinde yenilikçi-gelenekçi çekişmesinin izleri bulunuyor. Değişime direnen eski tüfek siyasetçilerin parti yönetimini bırakmak istemeyişi, bölünme riskini artırıyor. Bulgaristan Türklerinin sadece azınlık haklarının elde edilmesi için değil aynı zamanda ülkenin bir bütün olarak geleceğini ilgilendiren siyasi ve ekonomik sorunlarına çözüm üretebilmesi bakımından tutarlı bir siyasi perspektife ihtiyacı var. Ancak geniş halk kitlesine ulaşmanın ve kuşatıcı bir politika izlemenin ön koşulu ilkeli ve kararlı bir politik duruşa sahip olmaktan geçiyor.
Son yıllarda görüş ayrılıklarıyla birlikte ciddi çözülmelerin yaşandığı Türk azınlık siyasetinin güç kaybetmesi, Bulgar siyasetindeki boşluğu giderek daha fazla oranda aşırı sağcı grupların doldurmasına yol açacaktır. Bu yüzden azınlık siyasetine yön veren gelenekçi çevrelerin bir yandan Borisov’u, diğer taraftan Erdoğan’ı idare etmeye çalışarak bir tür denge politikasını sürdürmesi, önümüzdeki süreçte pek mümkün görünmüyor. Zira Bulgaristan’ı bekleyen siyasi ve ekonomik istikrarsızlık tehlikesinden fazlasıyla etkilenecek olan Türk azınlığın kendi ayakları üzerinde durabilmek için öncelikle gerçek bir dönüşümü arzu etmesi gerekiyor. Bu yüzden Müslüman Türk azınlığın siyasi aktörleri, Bulgaristan’ın insan hakları hukukuna dayalı bir siyasal sisteme geçişine destek olmalı ve temel özgürlükler alanının genişletilmesi yönünde bütüncül bir politika izlemeye çalışmalıdır.
Bulgar Siyasetinin Azınlık Hukuku ile İmtihanı
Bulgaristan Parlamentosu’nun 11 Ocak 2012 tarihinde almış olduğu kararda,1980'lerde sözde “Uyanış süreci” adı altında Müslüman azınlığa karşı uygulanan asimilasyon ve etnik temizlik politikasını kınaması, demokratikleşme açısından umut verici bir gelişmeydi. Bu kınama bildirgesinde; "360 binden fazla Türk kökenli Bulgar vatandaşının sınır dışı edilmesini, totaliter rejimin uyguladığı bir etnik temizlik olarak kabul ediyoruz” ifadelerine yer verilmişti.[1]Karar, geç kalınmış olsa da Bulgaristan'ın karanlık geçmişi ile yüzleşmesi ve adalet arayışlarının önün açması bakımından önemli bir gelişme olarak kabul edilmektedir. Bulgaristan Parlamentosunun asimilasyon sürecini kınayan kararının bir anlam ifade edebilmesi için baskı döneminin siyasi aktörleri yargı önüne çıkarılmalı ve bağımsız bir soruşturmayla adaletin tesisi sağlanabilmelidir.
Bu tür normalleşme eğilimlerinin aşırı sağcı Bulgar siyasetçilerince engellenmek istendiği birden çok olay yaşanmıştır. Ancak milliyetçi grupların provokasyonlarına çok da aldırış etmeden Müslüman azınlığın haklarını ilerletebilmek bakımından soğukkanlı bir siyaset izlenmesi önemlidir. Avrupa Birliği ve Avrupa Konseyi, azınlık hakları konusunda birçok kez Bulgar yönetimini suçlayıcı ifadelere yer vermiş ve Türk toplumuna yönelik ayrımcı uygulamaların son bulmasını istemiştir. Ülkedeki azınlık haklarının tanınmasıyla ilgili olarak Bulgar yönetimi uluslararası sözleşmeleri onaylamak konusundaki isteksizliğini sürdürmektedir.
Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisi (AKPM) Bulgaristan’ın Ulusal Azınlıkların Korunmasına İlişkin Çerçeve Sözleşmesi’ni uygulamasını ve Avrupa Bölgesel ve Azınlık Dilleri Şartı’nı imzalamasını istese de bu talepler şu ana kadar karşılık bulmuş değil. AKPM, Bulgaristan’daki ulusal azınlıkların anadilde eğitimlerinin sağlanması ve kültürel kimliklerinin korunması yönündeki haklarının garanti altına alınması için çağrıda bulunmayı sürdürürken, azınlıklara karşı devam eden nefret söyleminin de koşulsuz olarak kınanmasını talep etti. Avrupa Konseyi İnsan Hakları Komiseri Thomas Hammarberg tarafından kaleme alınan raporda ise, baskı ve asimilasyon süreciyle birlikte geçmişte göçe zorlanan Türk azınlığın sosyal güvenlik haklarının iadesi konusunda Bulgaristan yönetiminin gerekli adımları atması istendi. [2]
İslamofobi’nin Yükselişi
Geçen yıl Burgaz Havaalanında İsrailli turistlerin hedef alındığı bombalı saldırının ardından Müslümanlara uygulanan baskılar artmaya başladı. İslamofobi’nin Bulgaristan’da yayılma eğilimi göstermesiyle çeşitli Müslüman grupların kurmuş oldukları vakıf ve derneklerin faaliyetleri kısıtlandı. Öyle ki “köktendinci” oldukları gerekçesiyle bir grup cami imamı gözaltına alındı ve haklarında çeşitli davalar açıldı. Daha önce ırkçı Ataka Partisinin taraftarlarıyla Müslümanlar arasında Banyabaşı Camii önünde çıkan çatışmaların tekrarlama olasılığı bulunduğu gibi Müslüman mezarlıklarına ve ibadethanelere yönelik sistematik saldırıların önlenmesi konusunda Borisov Hükümetinin başarılı olduğu söylenemez. Bütün bu gelişmeler, Bulgaristan’daki Müslüman azınlığın medya manipülasyonu aracılığıyla Bulgar halkı tarafından bir tehdit olarak algılanmasına zemin hazırlamaktadır.
Sonuç olarak; Bulgaristan’da önümüzdeki Haziran ayında yapılacak seçimlere kadar Türk azınlığın siyasi bütünleşmeyi sağlayarak hukuki eşitlik ve insan hakları temelinde azınlık hakları için mücadelesini sürdürmesi ve Bulgaristan’ın siyasi ve ekonomik gelişmesine katkı sağlayacak projeler üretmesi, Türk-Bulgar ilişkilerinin geleceği açısından büyük öneme sahiptir. Bulgaristan’daki siyasi normalleşme çabalarının desteklenmesinde kilit bir etkiye sahip olan Türk azınlığın atacağı doğru adımlar, Müslüman topluluğun haklarının yasal olarak güvence altına alınmasına da katkı sağlayacaktır. Aynı zamanda Bulgar siyasetinin zaman yitirmeden uluslararası azınlık hukukuyla uyumlu yasal reform sürecini başlatması beklenmelidir.

[2] Bkz. Avrupa Konseyi İnsan Hakları Komiserliği web sitesi.  https://wcd.coe.int/ViewDoc.jsp?id=1581941   

Selvet Çetin
1. KİŞİSEL BİLGİLER
ADI, SOYADI: Selvet Çetin
ÜNVANI: İnsan Hakları Hukuku Uzmanı
E- POSTA: selvetin@yahoo.com 
2. AKADEMİK KARİYER
1985 yılında Adapazarı İmam-Hatip Lisesinden mezun oldu. 1993 yılında Dokuz Eylül Üniversitesi İlahiyat Fakültesinde öğrenim hakkı kazandı. Uzun yıllar insan hakları konularında araştırmalar yürüttü, rapor ve makaleler yazdı. İstanbul Üniversitesi, Bilgi Üniversitesi, Ankara Üniversitesi ve Finlandiya Abo Üniversitesi İnsan Hakları Merkezleri tarafından düzenlenen akademik programlara katıldı. Hollanda Helsinki İnsan Hakları Komitesi’nin uyguladığı izleme ve raporlama programlarıyla uzmanlık belgesi aldı.      
3. MESLEKİ DENEYİM
Çeşitli zaman dilimlerinde; İnsan Hakları ve Mazlumlar İçin Dayanışma Derneğinde (Mazlumder) yöneticilik, Uluslararası Af Örgütü Türkiye Şubesinde Acil Eylem Koordinatörlüğü, Sivil Toplum Geliştirme Merkezinde Danışma Kurulu Üyeliği, İnsan Hakları Gündemi Derneğinde Balkan Koordinatörlüğü ve İnsan Hakları Araştırmaları Derneğinde Proje Koordinatörlüğü görevlerinde bulundu.
Bosna-Hersek, Makedonya ve Kosova’da 2005-2007 yılları arasında BM, AB ve AGİT misyonlarını da kapsayan bölgesel insan hakları çalışma toplantılarına katıldı.2009 yılında BM merkezinde (Cenevre) düzenlenen insan hakları forumunda yer aldı.     
4. ÇALIŞMA ALANLARI
İnsan Hakları Hukuku ve Balkan Araştırmaları
5. BİLİMSEL YAYINLAR VE AKADEMİK ÇALIŞMALAR
Yazar: Türkiye İnsan Hakları Hareketi / Adres Yayınları, Ankara- 2009
Editör: İnsan Haklarının Küreselleşmesi / BM Üniversitesi Yayını / İnsan Hakları Araştırmaları Derneği / Berkay Ofset, Ankara-2007
Editör:Yaygın İnsan Hakları Eğitimi / Prof.R.Pierre Claude (Maryland Üniv.Öğretim Üyesi-ABD) Ayyıldız Matbaası, İstanbul-2002

Bulgaristan'da Türk Düşmanlığı Yeniden mi Hortluyor?

5 Temmuz’da Bulgaristan’da yapılan parlamento seçimlerinden, merkez sol partisi Bulgaristan’ın Avrupalı Gelişimi İçin Sivil Hareket (GERB) ve onun lideri Boyko Borisov galip çıktı.

BULGARİSTAN’DA TÜRK DÜŞMANLIĞI YENİDEN Mİ HORTLUYOR?
 09.11.2009
5 Temmuz’da Bulgaristan’da yapılan parlamento seçimlerinden, merkez sol partisi Bulgaristan’ın Avrupalı Gelişimi İçin Sivil Hareket (GERB) ve onun lideri Boyko Borisov galip çıktı. Sofya Belediye Başkanı Boyko Borisov’un liderliğindeki GERB partisi, resmi olmayan sonuçlara göre, yüzde 40 oy oranıyla parlamentodaki 240 sandalyeden 117’sini elde etti. Bulgaristan’ı geçtiğimiz dört yıl boyunca yöneten sol ağırlıklı koalisyon hükümeti seçimlerde ağır bir yenilgiye uğrarken, koalisyon ortağı Hak ve Özgürlükler Hareketi oy oranını korumayı ve üçüncü parti olarak Meclis’e girmeyi başardı.
Bu seçimler Türkiye için önemli çünkü bilindiği gibi Bulgaristan’da 700 bin civarında Türk azınlık yaşıyor. Ülkede gittikçe artan ve seçim öncesi doruğa ulaşan etnik gerilim nedeniyle endişeli olan Hak ve Özgürlükler Hareketi Genel Başkanı Ahmet Doğan, sıkıntılı bir dönem geçiriyor. Aslında Türk azınlık Avrupa’da bile pozitif örnek teşkil ediyordu. Türk Siyasi hayata katılım konusunda geniş çapta sorun yaşamaması ve çoğulcu demokrasiye geçişle azınlık olarak tanınan haklar şüphesiz Avrupa’da çok sık rastlanmayan iyi bir örnek olarak ortaya çıkmaktaydı.
HÖH Partisi’nin başarısını anlamamız için bu partinin tarihsel gelişimini bakmaya yarar vardır. Aralık 1989’da Jivkov iktidardan uzaklaştırıldıktan sonra, “Yeniden Doğuş Hareketi” isimli asimilasyon kampanyası yasadışı ilan edilerek, ülkedeki Müslüman azınlıkların haklarının geri verilmesi için çalışıldı (Müslüman Türklere isimleri iade edildi).
Todor Jivkov’un iktidardan uzaklaştırılmasının ardından, siyasi örgütlenme ve temsil haklarında yapılan düzenlemeler ile Türklerin, Haziran 1990’da yapılan ilk seçimlere katılmasının önü açıldı. Bulgaristan’daki Türkleri temsil eden, Ahmet Doğan’ın liderliğini yaptığı Hak ve Özgürlükler Hareketi 22 Aralık 1989 tarihinde kuruldu. Bulgaristan’daki Türklerin asimilasyona karşı dayanışmasını sağlamak için 1986 yılında kurdukları Türk Milli Kurtuluş Hareketi’nin resmi siyasal temsilcisi olan bu parti, Türkler kadar, ülkedeki diğer Müslümanların büyük çoğunluğu tarafından da destekleniyor. Hükümet HÖH Partisini, “Ahmet Doğan’ın” partisi olarak değil de bir “Türk Partisi” olarak adlandırılıyor. HÖH Partisi Bulgaristan’da yaşayan birkaç azınlığı temsil etmektedir.
HÖH Partisi’nin gerçek anlamda siyasi faaliyetlerinde sıkıntı yaratan, Bulgaristan’ın siyasi alanında yer alan başka bir parti: ATAKA Partisi’dir. Borisov’un yeni hükümeti de en büyük desteğini ırkçı ve milliyetçi partisi olan ATAKA’dan almıştır. Parti ideolojisinde temel olan unsurlar aşırı milliyetçilik ve ırkçılık yatmaktadır. ATAKA’nın mensupları Bulgaristan’da yaşanan her sorunun arkasında Türk azınlığı var olduğunu dile getirmektedir. Başka bir deyişle, ATAKA’nın Bulgaristan’da yaydığı propaganda, Türk azınlığı ve Türkiye karşıtlığı olmaktadır.
Birçok Bulgar, iktidardaki hükümete güvenoyu vermeyen, HÖH’ün, Türk azınlığın entegrasyonu konusunda yeterli çaba göstermediği, aksine adları yolsuzluk vakalarına karışmış parti yöneticilerinin çıkarına çalıştığı görüşündedir. İktidardaki Bulgar hükümetinin HÖH’e (daha doğrusu Türklere) gösterdiği karşıtlık yeni bir durum değildir, sadece zamanla şekil değiştirmiştir. HÖH’nün kurulmasından sonra, Bulgaristan Anayasası’nın etnik ve dini temelde parti kurulmasını yasaklayan maddesi çerçevesinde etnik ve dini temelde kurulduğu ve Bulgar Müslümanları etnik asimilasyonla Türkleştireceği gerekçesiyle HÖH’ün kapatılması talebi haksız bulunarak Anayasa Mahkemesi’nce reddedilmiştir. Ayrıca HÖH, Türklerin kültürel hakları ve “çifte vatandaş” statüsündeki Türklerin hakları konusunda daha fazla çaba sarf etmemekle suçlanmıştır, Türklerin yaşadığı bölgelerde iki katına çıkan işsizlik oranı konusunda hükümet ortağı olmasına rağmen iyileşme sağlayamaması nedeniyle eleştirilmiş ve Başmüftülüğün kurumsallaştırılmasının sağlamasında ve vakıf mallarına sahip çıkılmasında yetersiz bulunmuştu.
Olayların akışına baktığımızda HÖH Partisi’ne karşı iddia edilen bu suçlamalar yersizdir. Çünkü HÖH, mikro-milliyetçilikten, kutuplaşmadan uzak duruşu ve yapıcı politikaları ile Bulgaristan siyasi sisteminde azınlık haklarının gelişmesine katkıda bulunmuştur. Bölücülüğü reddeden yaklaşımı, siyasi sistem içerisindeki yerini sağlamlaştırırken kadroları ve tabanı itibariyle de Türklerin temsilcisi olmuştur. Günümüzün Bulgaristan Devleti’nin Başbakanı, Borisov belki de kötü siyasi faaliyetlerde bulunmayan fakat farklı etnik kökenlilerden ve özellikle Türk kökenlilerden çekinmektedir. Geçmişte iktidarda bulunan bu grup (HÖH), şimdi ve ilerde GERB’e karşı güçlü bir raki[i] oluşturmaktadır. Hem GERB’in hem de ATAKA’nın “çifte vatandaşlığın kaldırılması”nı savunuyor olmasında da bu gerçeğin büyük payı var. “Sadece AB üyesi ülkelerde yaşayanların Avrupa Parlamentosu milletvekili seçimlerinde oy kullanabileceğini” öngören kanunu çıkaran zihniyetin gelecek seçimlerde bunu daha da ileriye götürme ihtimali oldukça güçlü. Dolayısıyla hem Türkiye’den giden oyların hem de Bulgaristan’da ikametini sürdüren Türklerin oylarının bir parti etrafında toplanabilmesi Türklerin mecliste güçlü bir şekilde temsil edilebilmesine olanak sağlayacaktır.
HÖH’e karşı gelen ve onu alt etmek için meşru bir hukuki zemin aramakta olan Başbakan Borisov Amerika’da yaptığı bir konuşmada ülkede  yaşayan farklı etnik kökenlilerin ülke geleceğini tehdit ettiğini söylemiştir. Bulgaristan’daki 1 milyon Çingene, 700 bin Türk ve 2.5 milyon emekliyi de “kötü insan malzemesi” olarak tanımlamıştır.[ii] Borisov’un ırkçı olarak nitelenen bu tür açıklamaları ise bununla sınırlı değil. Türk azınlığın kurduğu parti HÖH’ü hedefe alan açıklamalarını kimi zaman da Türklerin isimlerinin değiştirilmesi ve Türkiye’ye göçe zorlanması gerektiği sözleri izlemişti. “Bulgaristan’da Bulgar, Türkiye’de Türk, Sırbistan’da Sırp vatandaşları yaşamaktadır. Bu yüzden sınırlar, ayrı devletler vardır. Türk hisseden, Türkiye’ye gitsin” sözlerinin Bulgaristan’da Borisov’a akan oyları azaltmaması da düşündürücüdür. GERB’in lideri Borisov’un Türk kökenli seçmenlere dönük verdiği mülakatta da,[iii] ısrarla “Bulgaristan Müslümanları” tanımlamasını kullanması dikkat çekicidir.iv]
Son günlerde Bulgaristan Devleti’nin Başbakanı, Borisov, Bulgaristan’da başlamış olan Türkçe televizyon haberlerine devam edilip edilmeyeceği kampanyasına destek vermiştir. Varna’da Bulgar Erkekleri Partisi’nin Lideri Rosen Markov tarafından organize edilen bir kampanyanın sonucu üç günde 12 binden fazla imza toplanmıştır. İmza kampanyasına katılanlar, kamu televizyonunda Türkçe haberlerin yayınlanmasına karşılar. Toplanan imzalar, devlet televizyonunun genel müdürüne göndermeyi planlanıyor. Markov, Türkçe haber bülteni 10 Kasım tarihine kadar yayından kaldırılmadığı takdirde, Sofya’daki televizyon binasını abluka altına alma tehdidinde bulunmaktadır.
Türkçe haber bültenine karşı çıkanlar, sundukları gerekçe de: tüm radyo ve televizyon kanallarının, ülkenin resmi dilinde, yani Bulgarca yayın yapmak zorunda olduğunu belirleyen Basın Yasası. Ancak devlet televizyonundaki Türkçe haber bülteni, 2000 yılından beri yayınlanıyor. AB üyesi olmasına rağmen Türklük aleyhtarı ırkçı eğilimlerin güç kazandığı son dönemlerde Bulgar hükümeti imajını zedelemektedir. Tam tersi, Türk azınlığı tek bir partide (HÖH veya Bulgarca adıyla DPS)  toplamaları hem Bulgaristan’da demokrasinin gelişmesi  hem de kendi gelecekleri açısından çok önemlidir.
HÖH Parti’nin, iddia edildiği gibi, yolsuzluk suçlamaları mahkeme sürecinde doğrulanırsa, Bulgaristan’da yaşayan Türk azınlığı için negatif eğim gösteren bir olay olarak ortaya çıkacaktır. Başka bir deyişle, Bulgaristan’da yaşayan Türk azınlığı toplumdan soyutlanmış olacaktır.
Bu sorun büyürse, aynı zamanda Türkiye-Bulgaristan ilişkilerini de olumsuz etkileyecektir. Bulgaristan burada yaşayan Türk varlığına karşı Türkiye’nin sahip çıkması, Türkiye’nin Bulgaristan iç işlerinde karışması olarak yorumlamaktadır. Aslında Bulgaristan’ın bu şekilde bu durumu yorumlaması önyargılı bir yaklaşım olduğunu, Türkiye-Bulgaristan arasındaki ilişkilerin geçmişi güçlendirmektedir. Ana hatlarda bu geçmişi özetleyecek olursak, iki komşu ülkenin bir sinerji içerisinde ilerlediklerini görüyoruz:
- Türkiye ve Bulgaristan arasındaki askeri, ekonomik ve kültürel alanda iş birlikleri kurulmuştur. Askeri alanda ortak üretim anlaşmaları yapılmış, ortak tatbikatlar düzenlenmiş, teröre karşı iş birliği kurulmuştur. Türkiye, Bulgaristan’ın NATO üyeliğini kabul ettiğini bir yasa ile destekleyen tek ülke olmuştur. İki ülke arasındaki ticari ve ekonomik ilişkilerinde de önemli gelişmeler kaydedilmiştir.
- Türkiye, hem Balkanlar hem de Karadeniz bölgesinde istikrarı sağlamak için 1990 yılında, Karadeniz Ekonomik İş birliği toplantılarını başlatmıştır. Bu toplantı sonucunda alınan kararlara Bulgaristan da imza atmıştır. 1998 yılında imzalanan serbest ticaret anlaşması ise ekonomik ilişkilerdeki gelişimin hızını iyice artırmıştır.
- Müslüman-Türk azınlık, elde edilen haklar sayesinde, Bulgaristan’da etkin bir siyasi güç konumundadır. Bu Avrupa’da Bulgaristan’ın imajını güçlendirmektedir. Bulgaristan’ın AB’ye üye olması, ülkede yaşayan Müslüman-Türk azınlığın daha da güçlenmesini ve yaşadığı sıkıntılardan kurtulmasını sağlayacak imkanlara da yol açması gerekmektedir.
Ülkede yaşayan Müslüman-Türk azınlık iki ülke arasındaki dostluk ilişkisinin güçlendirmede bir köprü rolü oynamalı. Bu yüzden ikili ilişkilerin sosyal, ekonomik ve kültürel alanlarda ilerletmesi için Bulgaristan Devleti’nin azınlıkların kendi kültürlerini sürdürmesine izin vermesi gerekiyor.
(Erjada Progonati, AB-Balkanlar Masası, Kıdemli Asistan,30.07.2009)
Stratejik Düşünce Enstitüsü
                                                  
[i] Bu rakip iki planda görünmektedir: ulusal planda (Bulgaristan’da HÖH güçlü bir parti), uluslar arası planda (AB Parlamentosunda temsil)
[ii]“Jivkov Ruhu Hortladı”, Milliyet, 7 Şubat 2009
[iii] “Balkan Günlüğü”, 3 Haziran 2009
[iv] Gözde Kılıç Yaşın, “Bulgaristan’da Artan Milliyetçi Eğilimler ve Parlamento Seçimleri ” www.turksam.org/tr/a1708.html